YEREL HİKÂYELER| CÜNEYT ÖZYER
Bavul
- Bir Yanı Çok Bildik Bi' Hikâye


- Anaaaaaaoooo, acıhtımmmmm....

- Kersanda çadi var oğul, al tüta çıh. Başha bişe yoh, na edem!

NuriAli yedi yaşında…

Aylardan Temmuz. Dutların iyi zamanı. NuriAli kersandan üç günlük yarım mısır ekmeğini aldı ve evin arka çaprazındaki gübreliğe yakın dut ağacına çıktı. En iri ve lezzetli dutlar, diğerlerine göre daha genç ve iyi beslenen bu ağaçtaydı.

- A şindi sicah bir pağaça olaydi bu kert çadinın yerina, ahhhh ah. Fakırluğun gözi kor olsun co.

15 yıl sonra...

Üst katta, ocak tarafındaki hamamlı odamızın küçük yuvarlak penceresinden NuriAli'nin evinin yaslandığı bayırda uzun, zayıf ve hafif kambur bir karartı gördüm. Kayalardaki keçi izi patika, evin baca arkasından geçip gidiyordu. Karartı geçip gitmedi. Tez adımlarla eve doğru yürüdü. İki taş basamakla çıkılan ayvanın başında durdu. Yüzünde sinsi-gevrek bir gülümseme vardı. (Haklısınız yüzünü görmedim ama o uzun, zayıf ve hafif kambur karartıyı iyi tanırım... O sinsi ve gevrek gülümseme yüzünde hep olurdu. Vardı.) Erken geceydi. Saat 21.00 - 21.30 gibi. Tehlike anında kaçış planı hazır bir tilki edasıyla çevresine bakındı. Ben de bakındım... Sümbül Nine'nin evinin üstünden kıvrılarak Dranklar'a dönen yolda kimse yoktu. Havada cılız bir ay aydınlığı vardı. Uzun, zayıf ve hafif kambur karartının ayvana adım atmasıyla, avlunun kapısından içeri süzülmesi bir oldu. Ayvanın da, avlunun da kapısı yoktu. NuriAli Çayeli'ndeydi. Evde yoktu.

NuriAli'nin evinin ön cephesi, (alt kattaki ahırın arka cephesi) yerden çatıya ahpun karasıydı. Ölgün sarı bir ışık, misafir odasının penceresini belli ediyordu. Işık yavaşça arttı. Tahminen 2-3 dakika sonra aynı yavaşlıkta eskisinden biraz daha ölgün hale geldi ve öylece kaldı. Zayıf ay aydınlığındaki gece ölümüne sessizdi. Fısıltılar duyuluyordu.

- Kız yarın Merkez'a gediyerim. Vallah ta billah alacam, soz.
- Ağa emi yalınayah geziyer sabilar, san bilursun.
- Az bişe daha,... az bişe...
- Ellamaynan na ağniyersın allaise ağa emi!... Bena da bir entari alursun?
- Alurum kız, alurum... Biraz daha, ağzın yiyem.


.....

Esma ağladı... Ağladıkça ağladı. Susmayınca, Subiye Nine bağırdı:

- Kıııızzzzzz, andır kala başşan, nerdasın soyinacah? Çocuğ ağliyer kız, eşitmiyersin?!..

-…

- Bah alacan ağa emi, aho ağliyan sabinın hatrına... Bah soz verdın.

- ...

Penceredeki ışık kayboldu. Necla hızla avludan ocaklı odaya geçti. Az sonra, kucağında Esma bebekle ayvana çıktı, oturdu. Sol bacağını uzattı, sağ dizini memesine kadar çekti, Esma'yı sol koluna yatırdı sol memesini verdi. Bebek sustu. Başını ayvanın tahta duvarına dayadı, aya baktı. Esma'nın ağzındaki memesinin az önceki halini düşündü… Yüzünü görür gibi oldum. Ağlıyor mu, gülüyor mu anlayamadım. Sonra sesini duydum, ağlıyordu. Uzun, zayıf ve hafif kambur karartı avlunun ağzında belirdi. Ayvandan, kayalardaki keçi izi patikadan hızla geçti, en son Sümbül Nine'nin evinin üstündeki büyük cevizin dibinde göründü ve kayboldu. Necla, kucağında uyuyakalmış Esma ile birlikte, poposunun üstünde sürünerek ayvanın kenarına geldi. Sağ eliyle sırık korkuluklardan tutunup hafifçe kalkarak çömeldi. Bir tuhaf oldu... İçi kabardı, göğsü doldu... Hayıflandı, hayıflandı...

- Moruk, alur heç!... Kaç oldi sozi... Get, kara yola get.. Geda da galmiyasın bir daha.

İşedi, rahatladı.

Ertesi gün akşam kızıllığıydı. Köyün minibüsü “Naaaaniii, naaaaniii, düüüüütttt düüüüt... naaaniiii” dedi, değirmenin önünde durdu. Bir köye girerken bir de, değirmenin önüne geldiğinde böyle öterdi. NuriAli minibüsten indi. Çevreye şöyle bir bakındı. Ceketinin yan cebindeki yeni Birinci paketini çıkardı, bandrol etiketinin solundan paketin katlanma yerini kabaca yırttı. Paketi sol elinin baş parmak ayasına vurdu, başlarını çıkardı. Birini ucundan tutup çekti, diğer ucunu ağzına aldı. Başını çevirip köye şöyle gururlu-edalı bir bakış attı. Evlere, tarlalara, potoralara, Corohep'in düzlerine muzaffer bir komutan gibi göz gezdirdi. Paketi çıkardığı cebine koyup, yelek cebinden gazlı muhtar çakmağını çıkardı. Çaktı, yaktı. Çakmak elinde öyle derin bir nefes çekti ki, sigaranın ucu kor-kor oldu ve dörtte biri yandı. Üç-beş saniye sonra ciğerlerindeki dumanı büyük çayın öte yakasındaki evini nişan almışçasına üfledi. Minibüsün muavini "NuriAli ağabek, aha bavulun..." deyip dut ağacından yapılmış tahta bavulunu gösterdiğinde, gözleri evine odaklanmış duruyor ve ilk nefesin dumanı ağzından çıkmaya devam ediyordu. Bavuluna gururla göz attı. Eğildi, sağ eliyle kulpundan tuttu, parmaklarını iki kere açıp kapadı ve sıkıca kavradı. Bavulu yerden kaldırmasıyla ilk adımını atması bir oldu. Başını dikti, omuzlarını gere-gere yürüdü. Üç odun köprüden istifini bile bozmadan geçti. Büyük cevizin dibinden, kayalardaki keçi izi patikadan geçti, ayvanın başına geldi durdu. İki ayın hasretliği karısı, ayvanı süpürüyordu. Necla süpürgeden başını kaldırdığında NuriAli burnunun dibindeydi. Süpürge elinden ayvana, ayvandan ahırın ardına düştü. Tam sarılacaktı kocasına ki, Subiye nine çıktı içerden Necla'yı itti kenara ve;

- “Oooyyyyy adan ölem oğulcaaaaaaaannnn” dedi, sarıldı NuriAli’ye ağladı.

NuriAli avlunun eşiğinde tahta bavulunun kapağını açıp oturdu. Sırtını tahta duvara dayadı.

Kirli çamaşırlar ve giysileri arasından çıkarıp;

- “Ana" dedi “buni sana aldım ana, bir kuti rahat-i lukum"

- A bunnar Zeko’ya. Trabzon lastiği papullar, geysın oğlum.

- A buni, Muho'ya aldım. Doninan geziyerdi it-oğlit. Pantur geysın.

- "A bu da Esma'ya, anasının memesından daha güzel... Emsın kızım" dedi, bavulun kapağını kapattı.

Necla ayaktaydı. Bavulun kapağının kapanmasıyla birlikte, yüzü düştü, omuzları düştü... Başından tülbentini çekti, ağzını kapattı... Avlunun kedelına (ahşap köşe geçmelerine) dayanıp, öylece kaldı. Ağlıyordu.

Subiye Nine lokum kutusunu alır almaz odasına gitti, sekiye oturdu. Tavşarıyla yüzünü kapatıp kamburunun da katkısıyla kutuyu kucağında iyice gizledi. Bir gelen var mı diye sol yanına ivedi ve tedirgince göz atıp, kapağını açtı. Unlu lokumlar çok güzeldi. Gözleri parladı. Hızla bir tane lokum attı ağzına… Kutuyu bir çırpıda yatak sekisinin üst başındaki sandığın en dibine yerleştirdi. Sandığın kapağını kapattı, kilidini çevirdi. Sekide açık duran döşeğini katladı, sandığın üstüne koydu. Rahatladı. Ağzındaki lokumu dolandıra-dolandıra eriterek yuttu.

O gece, ay aydınlığı yoktu. Penceredeki ölgün ışık ta olmadı. Fısıltılar yine duyuldu.

- Gızzzzzz, kancuğ. Gal kaçma. Kız çoğ özladım ben sani, kız gal kaçma kız.

10 gün sonra…

NuriAli Çayeli’ne çalışmaya gitti.

Üst katta, ocak tarafındaki hamamlı odamızın küçük yuvarlak penceresinden Temur'ın evinin yaslandığı kayalardaki keçi izi patikada yine uzun, zayıf ve hafif kambur bir karartı gördüm...

Cüneyt Özyer
Yerel Hikâyeler
Kasım 2008, Bahçelievler-Ankara



< ÖNCEKİ | KURUCUYA DÖN | SONRAKİ >



Bİ' DAVET YAPIN




Temas

Görsel İletişim Tasarımı, Pazarlama İletişimi, Siyasal İletişim, Markalaştırma, Yaratıcı Yazarlık alanlarında elli yıllık deneyime sahip Üstat Cüneyt Özyer'den bir konferans almayı veya bir etkinliğinize katılmasını düşünürseniz aşağıdaki formu doldurup gönder butonuna dokunmanız yeterli. Size çok kısa sürede cevap verecektir.



Gidiyor...
Mesajınızı aldık. Teşekkür ederiz. Size en geç iki iş günü içinde cevap vereceğiz.

Bize aşağıdaki telefon veya e-posta adresimizden de ulaşabilirisiniz. Bi' kahve içmeye her zaman bekleriz.

Ahmet Taner Kışlalı Mahallesi,
Başkent Güvengir Küme Evleri
2908. Sokak No: 30
Çayyolu - Ankara / Türkiye

Gsm: 0 (532) 332 37 80
e-posta: info@grafikevi.com.tr