YEREL HİKÂYELER| CÜNEYT ÖZYER
Şüşuna Kaya
- Bu Yiğitçe Ölebilmenin Hikâyesidir


Yıl: Hayli eskilerde bir yıl.
Yer: Şavşat.

Rabat’ta Saladin Usta derler bir demirci yaşardı. Evi, köyün asıl yerleşiminden biraz uzakta, bostanlar mevkiindeydi. 10 dönüm kadar çayırlık alanda; atölye, samanlık ve ambardan oluşan kulübeler külliyesinin tam ortasındaydı. Ahşaptandı. İki katlı ve dillere destan güzellikteydi. Vakt-i zamanında ahşaba can veren Aladin Dedesi yapmış... Usta burada; vefakar/cefakar eşi Saide, henüz on beşinde dünyalar güzeli kızı Safiya ve sekiz yaşındaki oğlu Saral ile mutlu bir yaşam sürmekteydi.

O da demire can verir; orak, tırpan, keser, dehre, zırza, kilit, gem, üzengi gibi demirden yapılacak ne varsa en güzelini yapardı. Bir de, dert babasıydı herkesin... Nam-ı diğer Saladin Baba'ydı. Köyde onu sevmeyen bir Allah'ın kulu yoktu. Yine bir Allah'ın kulu yoktu ki, kapısına gelsin de derdine derman olmasın. Cümle Livaneli onun elinin hüneri yanı sıra, her daim gülen yüzünü ve yardım sever kişiliğini de bilirdi.

Yazgı mı desem, şans mı desem, ne desem bilmem ki... Yörenin en zengin kişilerlerinden; acımasızlığı ve zalimliği yedi düvele nam salmış Murdal Beg, o gün Saladin Usta'nın başına tebelleş olacaktı. Dört adamı ile birlikte Kağızman'dan gelmiş Sakolta'dan aşağı asılmıştı. Yokuşta aksak ve dik adımlarla yürüyen atının üstünde, aklında, bu vakitte buradaysalar geceye kalarak taa Cinal'a gitmenin tehlikeli olacağı, bir yerde konaklamak gerektiği vardı. Son dönemeçte, aşağıda, iki derenin birleştiği çatalda başlayan üçgendeki yemyeşil arazi ve Saladin Usta’nın evi takıldı gözüne... Durup, bir süre bu güzelliğe baktı. Sonra aniden adamlarına el edip, “hayde sürun atlari, şu aşahtaki evda musafiruh bu geca, hayde” diye bağırdı.

Eylül ikindisiydi. Corohep’in sırtlarında güneş battı batacak… Köyde adetti. Hele akşamüstleri dar vakitteyse, yolcuya tanrı misafirliği teklif edilir ve kabul ederse konaklatılırdı. Üst kattaki misafir odası bu amaçla boş tutulur ve her daim temiz olurdu.

Saladin Usta, gelenlerin edası pek hoşuna gitmese de, “onlar da niyetlanmiş madem, musafirluhta adam saçılmaz” diyerek teklifsizce atından inmekte olan Murdal Beg'in yanına gidip buyur etti.

Atını avluya aldı, adamlarına samanlığın sekilerinde ottan yatak yaptı, atlarını harmanın çeperine bağlattı. Murdal Beg’i misafir odasında tek başına yatıracaktı. Adamlar yemeğini yedikten sonra gitti, yattılar.

Murdal Beg de misafir odasına çıkıp, üstünü başını, hatta çizmesini bile çıkarmadan, Saide Kadın'ın açtığı çarşafı sakız gibi beyaz, tertemiz yatağa attı kendini. Tavana bakarken aklında kim vardı dersiniz? Saladin Usta’nın dünyalar güzeli kızı Safiya. Hınzır herif, meğerse sofrayı kurup kaldırırken gözünü Safiya’dan ayırmamış!

- Saladiiiiin

Yatmaya hazırlanırken duyduğu bu ses canını sıktı, sinirlendi. Murdal Beg odanın kapısını açık bırakmış, yattığı yerden Saladin Usta’yı çağırıyordu. Alçak sesle “var bu herifta bir musibetluh hanım. Bir mezerret çığartmadan defolup gedallar inşallah... Mohkem dur Saide'm. Çocuhlara mukiyat ol, ben bir bahem ki derdi nadur bu murdalın” diye tembih ederek, üstüne bir hırka alıp yukarı çıktı.

Misafir odasının kapısına gelince Beg'in yaydığı ter ve kir kokusundan burnunun direği kırılacak gibi oldu. "Pis itoğlit, musafir deduh kapımızi açtuh, insan bir hamam yapar da yatar. Bu nasıl bir murdalluhtur." diye içten içe söylendi. Bir bela çıkarmamak için "ya sabır" çekip kendini toparlayarak;

- "Buyur Beg... Yatmiştuh biz da, na iştiyersın" diye hoşnutsuzca sordu.

- Gâaal Saladin Usta, gâl hala, gâl otur yanıma... Sana diyacahlarım heyir işidur, kısmet işidur. Bah kısmet ayağan galdi. Gâl otur da dinna.

- Girmiyem Beg. Musafirsın, cizmay bila çığartmadan yattuğan göra belli ki çoh yorğunsun, yat rahat et... Geca muşavarasından heyir çıhmaz. Sabah olsun, var heyırlısiynan yolan get.

- Oooo Saladin Usta daha na diyacam bilmadan, etmadan!..

- Begım gecan heyir ola, işın rasgala... Sabahtan da yolun açuğ ola.

- "Peki Saladin Usta, deduğun kimi olsun. Yarın konuşah. De get şimdi, kapı açuh kalsın" diyerek belindeki Makarov'u kayışı ile beraber çözüp karyolanın başına astı.

Saladin Usta başka bir şey söylemeden, sessizce divanhaneden geçip ayvana çıktı. Aynı sessizikle merdivenleri inip ocaklı odaya girdiğinde karısı Saide korkudan eli ayağı ayağı boşalmış, benzi solmuş ayakta bekliyor, titriyordu. Duymak istemediğini duyacağından korkuyor olsa da, kocasının genç kızlığında sığındığı dev kayanın kovuğu kadar güvenilir oluşuna misal, her daim yanında, başlarında olduğunu, her belayı aklı ve cesareti ile kovduğunu bilerek kendine ve çok sevdiği kocasına cesaret verir bir edayla sordu:

- Na iştiyer bu nusibet Saladin Ağam. Başımıza bir bela açmiya, kurbanın olem, san bilursun, söyla yetar. Ben ölürum yoluza Ağam, sana, çocuhlarıma bişe olmasın.

Çok sinirlenmişti. Vefakar karısı üzülmesin, zaten beti-benzi solmuş, daha fazla korkmasın diye Saide kadının başını göğsüne bastırıp belli etmemeye çalışarak;

- Yoh bir şey Saidem. Hırli bir adam değil ama, ben buninan başa çıharım, san korhma ahretluğum.

Arka odadan çocuklar da geldi. Üçü birden Saladin Usta'ya öyle bir sarıldılar, öyle bir sarıldılar ki, bin bela olsa kaç yazardı Murdal Beg!.. Orada birbirine kenetlenmiş dört mert yürek vardı. Birbiri için dağda-bayırda, taşta-kayada, tipide-karda yollar aşacak dört can vardı, dört yiğit baş... Ocaklı odadaki sekide oturdular. Yukarıdan sesler geliyordu. Tahta gıcırtılarına bakılırsa Murdal Beg hacet görmeye tuvalete çıkmıştı.

Saladin Usta;

- Saide, Safiya, Saral, sevduhlarım canlarım... Ben Mor Tay'i çığardem ahordan; oğul san ananın ögüna, kızım sani da terkisına bindurem, siz sessızca Şüşuna Kaya'nın başındaki köhumuza gedın. Sakın korkmayın. Bir çira yahın, kedela tahın, oturun. Başha ateş yahmayın. En fazla iki sahata kadar yanıza gâlurum. Bu Murdal'ın hali bir tevur ama meceli yoh, yorulmiş, cendega dönmiş, yuhlar kalur şimdi. Ama sizi sağlama alem ki içım rahat etsın. İki sahat tamam mi, iki sahat sora ben da Kıratinan galacam. Hayde aslan oğlum, gözal kızım, gümanım tamdur siza Saidem.

"Tamam" dediler, hep bir ağızdan ve sessizce...

Murdal Beg, hacet görüp odaya girince Saladin Usta Mor Tay'a gemini vurup sessizce ahırdan çıkardı. Saide Kadın da duvardaki fişekliği beline bağlayıp çifteyi omuzuna asmıştı. Safiya çok sevdiği, beraber uyuduğu sincabını meyve kalatına yatırmış koluna takmıştı. Saral "erkek adam geca vahti silahsız olmaz" deyip küçük dehresini eline almıştı. Hazırdılar. Ocaklı odanın önündeki yüksek taş eşikten önce Saral bindi ata, sonra Saide Kadın, en son da Safiya. Anne oğlunun boynuna, kızı annesinin beline sarıldı, hafifçe yan dönüp hepsi birden Saladin Usta'nın gözlerine sevgiyle, güvenle ve gururla baktılar. Cesurdular. Saladin Usta'ya sessizce gülümseyerek veda etti ve aynı sessizikle avludan çıktı, yarım ay ışığında büyük cevizin dibinden geçip gittiler. Ömrünün karşılığı, varlığının anlamı, canları, iki çocuğu ve çok sevdiği karısını Mor Tay'ın üstünde yol burnunu dönene kadar takip etti ve örtmenin arkasından avluya döndü Saladin Usta. İçinde bir sıkıntı...

- Saladiiinnn!..

Aklından geçen olmuştu. Ses vermedi. Önce la havle çekti sonra, "Ya rebbi san sabır ver. Elimdan bir kaza çıhmasın. Ya rebbi san bilursun." dedi. Aniden yattıkları odaya girerek sekinin başında, yastığın altındaki gizli yuvada duran "Kesik Beşli"sini çıkarıp yatağın kenarına oturdu. Yörede "Kesik Beşli" diye anılan tüfek, 1891 Rus yapımı bir Mosin-Nagant idi. Dedesi Aladin Usta yaşadıkları evi yaparken, terhisinde komutanın emriyle üstünde bırakılan tüfeği sonraki karışık zamanlarda saklamak için, seki başında iki kat kapak altında gizli bir yuva yapmış, orada saklamıştı. Yirmi yıldır bakımları dışında oradan çıkmamış tüfek, Saladin Usta'nın elinde ilk kez tehlike var diye yerinden çıkıyordu. Beş mermili kundağı yatağına sürdü, tetiğin emniyet mandalını indirip beklemeye başladı.

- Saladiiinnn.
- Buyur Beg.


(- Buyur Beg) diye içinden seslenmişti... Rahat durmayacağını bildiği bu adama cevap vermek istememişti. Namında ırz düşmanlığı da var mıydı bilmiyordu ama, "para erkegi arsız yaparsa, ayni buni kimi yapar herhalda" diye düşündü. Erkeğin arsızından da her melanet beklenirdi işte... Abursuzun biri olduğunu, daha örtmenin arkasındaki yolda teklifsizce atından inerken sezmişti. Sofrada geniş-geniş oturan, gerinen halleriyle iyice belli etmişti kendini. "Ey ki yolladım çocuhlari, bu murdal başıma iş açacah, belli... Allahım san bena fırsant ver yarebbi, Saide'mi ersiz, çocuhlarımi öksuz birahma" diye yakarırken, dirseğini kırıp Kesik Beşlisini sol koluna yatırarak, camı telli gemici fenerinin cılız-sarı ışığında odanın arka kapısından ahıra geçti.

Kırat, bu vakitte sahibinin ahıra gelişini pek hayra yormadığını belli edercesine kulaklarını dikip, kuyruğunu çırparak kıpırdadı. Ekinde, harmanda ve yolllarda can yoldaşı cefalı yardımcısı, arkadaşı Kırat'ının yanına gitti; alnını, boynunu, yelesini okşadı, sarılıp gözünün üstünden öptü, sakinlieştirdi onu. Saladin Baba her daim yemliğinin yanıbaşında asılı duran dizginini indirirken, Kırat ta "nayisa na, san varisan ben da varım, san yigitsin ben da atın, hazırım" der gibi, boynunu eğip burnunu uzatarak gem demirini ağzına aldı. Dizginin başlığını da geçirtince kulaklarının ardına, gururla kaldırdı başını... Sıra eğerdeydi. Saladin Baba, tüfeği bagaya yaslayıp, eğeri seri bir hareketle atının üstüne koydu ve aynı hızda omuz ve karın palaskalarını bağladı. Gençliğinden beri bu hareketi köyde onun kadar seri yapan kimse yoktu. Ne yaman binici olduğunu bilmeyen de yoktu. Tamam dedi Saladin Baba, tamam dedi Kırat. Beş adımda ahırın kapısına geldiler. Kapıyı açar açmaz, Kırat kendiliğinden salbagaya çıkıp, ayvanın altında, tam kapının önünde durdu. Onca yılın sevgi bağı bu!.. Kırat'ı onun niyetini okumakta, o da atına güvenip işini görmekte, duyanı-bileni kıskandıracak kadar mahirdiler. Salbaganın çit kapısını açmaya giderken sarılıp bir daha öptü alnından. Sağ elinin işaret parmağını bıyıklarına götürüp "sus" işareti yaparken Kırat ta sakince başını salladı.

Acele geri döndü. Odadaki beş mumluk idare lambasının fitili dipteydi, yanıyordu ama odanın aydınlığı ancak bir mum ışığı kadardı. Kapıyı kapatıp duvar odunlarında ahırdan odaya doğru piramit şeklinde küçülerek oyulmuş, camsız küçük pencerenin arkasına geçti. Baktı ki; dikey eksende, ocaklı odanın yattıkları odaya açılan kapısından ahır kapısına uzanan alan tam tekmil görüyor, kesik beşlinin namlusunu deliğe koyup dipçiğini çatal desteğine yasladı ve beklemeye başladı.

- Saladiiinnn!..

Ses ayvandan, ocaklı odanın kapısına inen tahta merdivenlerin başından geliyordu. Kırat'ın yanına geldi. Murdal'ın merdivenden sarkan ayakları arkadan görünüyordu.

- Begım ahordayım, bagalari supuriyerım. Heyir ola. Naoldi gena?

- Hamam yapacam. Hamam nerda? Su kaynadın, harmutlayın. Safiya da saboninan peşkir gatursun, çabuğ olun.

- Murdal Beg, hamam karşi odada, başında kodluğinan su var, peşkir, sabon da orada. Biz sani adam bilduh, çorlanurkan hamami hazır ettuh. Get yap, sora zıbar yat, beni da dindan-imandan etma!..

- Saladin, sanın ya bendan ya ecelından heberın yoh.

- Ateş olsan curmun kadar Beg.

Murdal Beg'in adamları bağırtılara uyanmış, Saladin Usta'da merekteki hareketliliği, yakın kulübelerinde yatan Karabaş ve Muro'nun sinirli hırlamalarından sezmişti. Murdal'ın oradaki adamlarına ikisi yeterdi.

Birden sessizleşti gece...

Efendim uzatmayalım sözü, bezdirmeyelim sizi, hikâyenin bu faslında bakalım Saide Kadın, yanında iki sabiyle Şüşuna Kaya'nın başında ne yapar, ne eder!..

- Oyyy Saladin Ağam. Oy ocağımızın diregi. Oy başımızın eri. Na ettım ben, nasıl ettim, nasıl attım sani o Murdal'ın ögüna... Toprahlar olsun başıma benım, toprah benım başıma ki, sani beş eşhiyanın arasında bırahtım da buralara gâldım. Andır kalsın başlarına Murdal'ın vari-dövleti. Adan ölem Saladin, kurban olem sana ağam, çıh ta gâl. Çıh ta gâl ömrumun vari. Na ediyer aşindi!.. San bilursun ya rebbi, başi tarda, cani zorda olmasın.

Dedikçe dolanıyor, dolandıkça diyordu Saide Kadın. Zaten üç adım köhun içinde, üç adım ileri, üç adım geri... İçi yanar, yüreği kan ağlar vaziyette "nasıl bıraktım" diye diye dönüp dururken, çıralar sönmüş, o kayanın başında yüzlerini aydınlatan bir yarım ay kalmıştı, bir de güzellikleri.

- Ana etma... Ana otur candan olacan... Benım babam gâlur. Gâlacam dedisa gâlur ana. Yetar ki dur, otur. Ey ben atliyem Mor Tay'a gedem bahem diyerım, diyerım da sizi burda nasıl birahem?

- "Oy canan ölem sanın oğul" deyip sarıldı, elinde dehresyle karanlığa koçaklanan oğluna. "Saralım" dedi, "babasının aslani, helbet gâlacah baban. İki sahat dedi, gâlacam dedi. Sanın baban o, sizın babaz ay kızım, gözal kızım. Gâlmasına gâlur da abu karanuhta bu sessızluh deli edacah beni".

Safiya sincabını seviyor, ağlıyordu sessizce. Korkmadığını gösterebilmenin korkunç mücadelesini veriyordu elleri. Küçük ve incecik parmaklarıyla sincabının başını okşuyor gibiydi. Gibiydi çünkü yoktu sincap filan. Belki bir meşe dalında palamut peşindeydi. Olsa o da ağlardı içten içe. Olsaydı keşke.

Saide kadın toparladı kendini. İki evlâdını iki kolunun altına alıp, yarım ay ışığında Şüşuna Kaya'nın başından vadi boyu uzanan zayıf, gümüşi aydınlığa baktılar. O'na ancak cesaret yakışırdı. Kadınlık dediğin de, analık dediğin de öyle olurdu. Gelecekti Saladin. Bu uğursuz sessizliği bozan, onun Kıratının nal sesleri olacaktı.

Murdal Beg çizmelerini halâ çıkarmamıştı. Misafir odasına dalıp Makarov'unu beline bağladı. Kınından çıkardı, şarjörünü çekip dolu olup olmadığını kontrol etti; tetik kilidini düşürüp, sürgüsünün mandalını indirdi. Yeleğini giymeden odadan çıkıp acele merdivenleri inerken, Saladin Usta da kesik beşlisinin dipçiğini omuzuna dayamış, gözü gezde eli tetikte pozisyon almıştı. Murdal'ın ne yapacağını tahmin etmiş, merdiven başındaki ocaklı odanın kapısını, zırzasını kilit demirine takmadan bırakmıştı. Murdal Beg, yemek sırasında odaya şöyle bir göz atmış, sağdaki geniş sekide Saladin ile Saide'nin soldaki dar uzun sekide ise, ahır tarafında Safiya'nın, ocak tarafında Saral'ın yattığını duvardaki çivilere asılı giysilere bakarak kestirmişti. Aklınca Safiye'yi sırtına alıp, kapıda hazır bekleyen atıyla kaçacaktı.

Koca Murdal Beeg, sende dirhem akıl olsa düşünmezdin bile bunu.

Adamlarına şifreli üç ıslık çalıp, hışımla merdivenleri indi, kapının kilitli olacağını düşünmüş olmalı ki, tekme yerine ambara doğru beş-altı adım gidip hız alarak, bütün o mendebur gövdesiyle kapıya omuz atacak, böyece zırzanın kilit demirine giren dilini eğdirerek yerinden çıkartacak ve kapıyı açacaktı. Dediğini yaptı ama kendini ocaklı odada yere kapaklanmış buldu. Düşerken taş sekiye çarpan burnu soyulmuştu ve kanıyordu. Fena sinirlendi. Tabancası elinde, kalktı bir Saide Kadın niyetine sağ sekiye, bir de Saral oğlan niyetine sol sekinin alt başına ateş edip, Safiya'yı yatar bulacağını umduğu üst başa yöneldi. Hayret, çığlık atan filan yoktu. Saladin de yoktu. Yorgan ile birlikte kızı kucaklamaya eğildiğinde "Ih" deyip bu kez cansız bedeniyle kapaklandı yere. Seksen yıllık evin kararmış taban tahtalarında kan ve beyin parçaları vardı. Beş yüz metrede kaçan tavuğun başını gövdesinden ayıran Kesik Beşli'nin 7.62 mm kalibrelik mermisi, birbuçuk metrede alnının ortasından girince, Murdal Beg dramatik biçimde mefta olmuştu.

(Sevmem ben böyle şeyler yazmayı. Ama Hikâye bu. Ne yapalım böyle olmuş Murdal Beg'in de sonu.)

Şimdi saniyeler konuşur işte... Tüfeği sırtına vurmasıyla Kırat'ın üstüne atlaması bir oldu. Kırat yerinden fırladığında, Karabaş'ın acı çığlığını duydu. İrkildi, içi yandı, ciğeri kavruldu. "Dura da o kara başın son defe ohşiyadım sanın. Duramadım affet oğlum, affet beni Karabaşım" diyebildi sadece. Biri sol kulak memesini, diğeri sağ dizini sıyıran iki mermi arasında avludan çıkmıştı Saladin Usta...

Adamlardan uykusu ağır olanın boğazı Muro'nun dişleri arasındaydı. O can çekişedursun, diğer üç adam, atlarıyla peşine düşmüştü... Kırat, Büyük Çay'ın üstündeki -biraz dar ama güzelliği cümle Livane'de şan olmuş- ahşap köprüye girerken mecburen yavaşlamıştı. O an üçüncü merminin sesi duyuldu. Bir dakika kadar sonra sızısı sol omuz başı ile boynunun arasına yerleşince anladı Saladin Usta. Köprünün öbür başı mı desem artık, değirmenin yanı mı bilmem, vurdular Saladin'i... Vuruldu işte...

(Tam buraya anamın çok sevdiği şu Erzurum türküsünden iki satır eklememe izin verir okuyucu ve hoş görür umarım ki!..)

"Değirmen başında vurdular beni
Kirli tütünlüye oğul, sardılar beni"


Kan durmadı, Kırat ta durmadı. Saide Kadın'a yetiştirirse, o sarar iyileştirirdi sahibinin yarasını. Artık kim varsa peşinde, gelsin de yetişsin bakalım terkisine... Yani o hızda geçtiler köyün içinden de.

Ve Muro; canını teslim edince o adam, mereğin arkasındaki çayırlardan yıldırım gibi geçti, Büyük Çay'a atttı kendini. Poşaların oradan karşı kenara çıkıp o da yetişti sevdiklerine. "Duralım" dedi Saladin Usta... Yarasını bağlamak ve kanı durdurmak için, peşindeki puştlardan kurtulmak gerekiyordu. Nağarev'in deresinde durdular. Tumbların arkasındaki mezarlıkta kuytu bir yer buldular. Kanayan omuzuyla bir mezarın baş taşını siper edip nişana durdu Saladin. Yanında Muro.

Oniki nal sesine kulak dikmişti Kırat ve Muro... İlk mermiyle öndeki düştü. İkinci... Üçüncü...

Derken üstünde gövde ve baş kalmamış üç at koşuyordu artık, Köpisat üstünden Ahaşen'e doğru.

Acele tüfeğini yana bırakıp mezar kenarındaki ısırgan otları arasında bulduğu kurumuş yaprakları avucunda ufalayıp yarasına bastı. Gömleğinin sol etek ucunu Muro'nun ağzına verdi. Sola hamle yapınca köpek, gömlek yırtıldı sırt kısmından. Tek elle sıkıca bağladı. Yakıp kavurdu kuru yapraklar yarasını. Ama nafile durmuyordu, durmayacaktı bu kan. Saladin Usta'nın kimselere eğilmemiş başı öne düşmüştü. Kırat geldi yanına... Gözü yaşlı başını sallarken, "de hayde Ustam, de hayde gedah çoh kanın ahti" der gibiydi. Namlusunun ucundan tutabildiği tüfeğine dayanarak mezarın yan taşının üstüne çıktı ve taşa iyice yanaşmış Kırat'ın sırtına güç bela geçebildi. Tüfeğini son bir gayretle eğerdeki kınına takmayı başardığında, yoldaydılar. Sarsmadan, hızlı yürümesi gerekiyordu Kırat'ın. Köpisatın dönemeçlerini geçince, sağda Şüşuna Kaya... Kırat hüzünlüydü, Muro üzgün... Yarım ay ışığı altında, birlikte, bir ümitle yürüdüler.

Kırat, sırtındaki sahibinin nefes alıp almadığından emin olmasa da, arkada, meşe ağaçları arasındaki patikadan hızla dolanıp Şüşuna Kaya'nın başına çıktı. Mor Tay da oradaydı. Kırat'ın oğlu. Baba-oğul yoğun bir kederle baktılar birbirlerine. Sol ön ayağına yukarıdan aşağı kalın kırmızı bir çizgi çekilmişti. Halâ akıyordu kan.

Karanlıkkta o büyük sessizlik kötüydü ama dokuz kurşun sesiyle iyice deliye dönmüştü Saide. Ya biri de Saladin'ini bulduysa... Ya öldüyse Saladin!.. Yaprakların, Kırat'ın ve Muro'nun sesini duyunca fırladı yerinden... Yan yana iki tomruğa yontulmuş merdivenden kendini atar gibi indi kayanın başındaki düzlüğe... Ki oradaydılar. Daha iki saat olmamıştı. Kırat'ın boynuna yığılmış halde ve kanlar içindeydi Saladin. "Saladiiiiiiinnnnn, yigidııımmm, Saladinım, ağam sanmisın bu? Kırat kim bu? Nerda benim yigidim Kırat? Nettın Saladinıma Kıraaaattt... Kırat!" Öyle bir bağırdı, öyle bir bağırdı ki; yüz yıllardır Şüşuna Kaya'nın dümdüz bağrına saplanmış süngü gibi duran taşlar, kopup-kopup dibine indiler.

Saide Kadın'ın sesi Corohep, Dranklar ve Potoralar'da yankılanırken, yarım ay ışığının zayıf gümüşi aydınlığında, merdivenin başında; gövdesinden yara almış ta devrildi-devrilecek iki fidan misali, ayakta zor duruyordu çocuklar. Biri birinden az daha uzun, gül sürgünü iki ince dal... Safiya ve Saral.

Düştü Saladin Usta, önce Kırat'ın sonra kayanın üzerinden düştü. Ardından Saide atladı uçuruma... Zaten yoktu, o an o ruhta bir beden yoktu. Ardından el-ele, birlikte Safiya ve Saral.

Kırat, Mor Tay ve Muro sabaha kadar kayanın başından öyle donmuşçasına, hareketsiz aşağıya baktılar.

Sabah dört canı Şüşuna Kaya'nın dibinde buldu komşular... Birbirine sarılmıştılar.

-

Şüşuna Kaya, Şavşat'tan Karagöl'e giderken Köprülü Köyü'ne girişte Mansurat Suyu'nun dik ve derin vadisine hakim yükseklikte, yola bakan yüzü bıçakla kesilmiş gibi düz bir kayadır. Toprakla birleşen sol başında, ana kayanın sert kenarlı ve köşeli dokusunun aksine, yuvarlak biçimli, ayakta birbirine sarılmış insanlar gibi duran dört taş vardır.

Derler ki onlar, Saladin Usta, Saide Kadın, Safiya ve Saral'dır.

Yiğitçe ölmeyi bilen; birbirine sevgili dört yürek, dört can...

Cüneyt Özyer
Yerel Hikâyeler
Temmuz 2017, Çayyolu - Ankara



< ÖNCEKİ | KURUCUYA DÖN | SONRAKİ >



Bİ' DAVET YAPIN




Temas

Görsel İletişim Tasarımı, Pazarlama İletişimi, Siyasal İletişim, Markalaştırma, Yaratıcı Yazarlık alanlarında elli yıllık deneyime sahip Üstat Cüneyt Özyer'den bir konferans almayı veya bir etkinliğinize katılmasını düşünürseniz aşağıdaki formu doldurup gönder butonuna dokunmanız yeterli. Size çok kısa sürede cevap verecektir.



Gidiyor...
Mesajınızı aldık. Teşekkür ederiz. Size en geç iki iş günü içinde cevap vereceğiz.

Bize aşağıdaki telefon veya e-posta adresimizden de ulaşabilirisiniz. Bi' kahve içmeye her zaman bekleriz.

Ahmet Taner Kışlalı Mahallesi,
Başkent Güvengir Küme Evleri
2908. Sokak No: 30
Çayyolu - Ankara / Türkiye

Gsm: 0 (532) 332 37 80
e-posta: info@grafikevi.com.tr